Aile Aynasında Kırık Yansımalar: Şiddetin Gizli Anatomisi
Toplumun en karanlık odalarından biri hâlâ evlerin içidir. Kapılar kapandığında dışarıya taşmayan fakat içeride hayatları paramparça eden bir gerçeklik vardır: aile içi şiddet.
Kimi zaman bir kadının bedeni felçle cevap verir travmaya… Kimi zaman bir çocuk büyürken büyümez; sesini kaybeder… Kimi zaman bir eş, bir anne, bir baba bir daha geri dönemeyeceği bir gecede cinayete kurban gider. Geride ise gözyaşıyla yoğrulmuş ömürler ve mahkeme koridorlarında büyümek zorunda kalan küçücük yürekler kalır.
“Şiddet çoğu zaman sessizlikle beslenir.” – Zygmunt Bauman
Ve bu sessizlik, çoğu zaman evlerin içindedir. Çığlık duyulmaz, gözyaşı görülmez, çünkü “aile meselesi” diye kapılar kapatılır. Oysa kapatılan her kapı, bir çocuğun ruhuna açılan yara demektir.

Travma Nesilden Nesile Aktarılır
Dünyaca ünlü psikiyatrist Judith Herman travmayı şöyle tanımlar:
“Travma, sadece başa gelen değil; anlatılamayan, duyulmayan ve tanınmayan şeydir.” – Judith Herman
Mahkeme süreçlerinde, adliye koridorlarında saatlerce bekleyen çocukları düşünün… Bir yanda annesinin yokluğu, bir yanda babasının öfkesi. Hâkim soruyor: “Babanı görmek istiyor musun?” Çocuk susuyor. Çünkü her cevap, bir başka yük demek. Herman’ın dediği gibi travma, sadece yaşanmaz; tekrar tekrar hatırlatılarak yeniden yaşatılır.
“Beden, unutmayı bilmez.” – Bessel van der Kolk

Felç geçiren kadınların, konuşamaz hâle gelen çocukların, bir anda donup kalan ergenlerin hikâyesi tam da burada başlar. Bedeni “kapatmak”, sinir sisteminin kendini koruma yöntemidir. Ve çoğu zaman ruhun söylediği şey şudur: “Artık kaldıramıyorum.”
Ailedeki Şiddet: Toplumsal Bir Fay Hattı
Ünlü sosyolog Pierre Bourdieu yıllar önce uyarıda bulunmuştu:
“Şiddet, en çok sıradanlaştığında tehlikelidir.” – Pierre Bourdieu
Bugün Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde şiddet, maalesef sıradanlaşıyor. “Bir kere sinirlendi işte” denilerek meşrulaştırılıyor. “Çocuklar duymasın” denilerek üzeri örtülüyor. Oysa çocuklar duymasa bile hisseder. Bedendeki titreşimi, annesinin korkusunu, evdeki gerilimi beynine kazır.
Çocukların maruz kaldığı travmalar, sadece çocukluğu değil; ilişkilerini, ebeveynlik biçimlerini, ruhsal dayanıklılıklarını da şekillendirir.
“Bir insandan her şey alınabilir ama bir şey hariç: Tavır alma özgürlüğü.” – Viktor Frankl
Bizim tavrımız ne olacak? Şiddeti romantikleştiren, görmezden gelen, “kol kırılır yen içinde kalır” diyen kültürel ağırlıkları taşımaya devam mı edeceğiz? Yoksa artık toplum olarak “dur” mu diyeceğiz?
Mahkeme Koridorlarında Büyüyen Çocuklar
Buradaki en büyük acı şudur: Mahkemelerde şiddeti anlatan çocuklardan çoğu, travmayı ikinci kez yaşar. Sorduğumuz her soru, “anne-baba” figürleri arasındaki çatışmayı daha da keskinleştirir. Çocuklar çoğu zaman “doğruyu” değil, kendisini en güvende hissettirecek cevabı verir.
Bu bir adalet sorunu olduğu kadar, bir ruh sağlığı sorunudur.
Peki Çözüm?
Çözüm, sadece cezayı artırmak değildir. Derinlikli psikolojik destek, travma odaklı terapi, aile içi şiddetle mücadelede kararlı hukuk politikaları ve en önemlisi toplumsal farkındalık şarttır.
“İnsan, ancak güven duyduğu ilişkilerde iyileşir.” – Sue Johnson
Demek ki yapılması gereken nettir: Çocuklara, kadınlara, şiddet gören herkese güvenli alanlar oluşturmak. Korkuyu değil, güveni çoğaltmak.
Son Söz: Bir Toplumun Geleceği Evlerin İçinde Yazılır
Bir toplumun medeniyeti, dışarıdaki binalarda değil; evlerin içindeki huzurda ölçülür. Bugün şiddetin gölgesinde büyüyen her çocuk, geleceğin kırılgan yetişkinidir. Her travma, sadece bir aileyi değil bir toplumu eksiltir.
“Görmezden gelinen her acı, yarın daha büyük bir karanlık olarak geri döner.” – Zygmunt Bauman
Biz karanlığa değil, aydınlığa yatırım yapmak zorundayız. Çünkü her çocuğun, her kadının, her insanın yaşamı kutsaldır. Ve hiçbir travma kader değildir.

Prof. Dr. Kürşat Şahin YILDIRIMER
